31 Ekim 2009 Cumartesi

Ölümden öte köy yok!


Şu son iki yılda o kadar değiştim ki resmen evrim geçirdim. Bir kere hayata bakış açım tamamen değişti. Her şeyin yalan, bir tek ölümün gerçek olduğunu anladım hem de en acı şekilde.

Artık hayat öylesine anlamsız geliyor ki bana. Bu kargaşa, kavga, düzen, aşk, sevgi, dostluk... Her şey boş diye düşünüyorum. Biliyorum yaşamaya çalışmak için bir şeylere tutanmak lazım, ama o şeyler bile hayatı anlamlandırmaya yetmiyor benim için.

Kimseye aşık olamıyorum mesela. Aşık olsam ne olacak ki diyorum kendi kendime, nasıl olsa ayrılacağım. Bu, niye yaşıyorum ki nasıl olsa öleceğim demekle aynı şey aslında biliyorum ama tüm bunları düşünmekten de kendimi alamıyorum. Sanırım artık daha fazla üzülmekten, kırılmaktan, yorulmaktan korkuyorum. Elimi eteğimi her şeyden çekersem, mutlu olamayacağım belki ama mutsuz da olmayacağım diye düşünüyorum.

Haklı mıyım? Belki de. Haksız mıyım? Belki de.

Çiğ süt emen insanoğlu üzerine...

"Ummadığın taş baş yarar"mış bir kez daha anladım.

Çok sevdiğim bir çocukluk arkadaşım vardı. İlkokula beraber gittik , lisede yollarımız ayrıldı. Sonra üniversite falan derken eskisi kadar sık görüşemedik. Yine de ne bileyim, benim için hep özel bir insan olarak kalmıştı. Çocukluk yıllarının o saf temiz duygularıyla dost olmuştuk biz. Her ne kadar görüşemediysek de, kalplerimiz birdi, yani ben öyle sanıyormuşum meğer.

Yaklaşık iki yıl oluyor ben annemi kaybedeli ve bu iki yıl içinde beni arayıp sormadı. Evlerimiz birbirine çok yakın olduğu halde bir kez olsun gelmedi yanıma. Baş sağlığı dilemedi. Sebebini bilmiyorum. Öğrenemedim hiçbir zaman.

Annemin ölümünün üzerinden bir buçuk yıl geçtikten sonra bu eski dostum bana bir mesaj attı ve benden af diledi. Çok pişman olduğunu söyledi ama neden arayıp sormadığını söylemedi. Çok ısrar edince korktuğunu falan söyledi. Korktuğu için gelmemiş! İlginç...

Epey duygusal şeyler yazdı. Benim zayıf noktamı biliyor tabi. Annem hakkında söylenen en ufak şey beni hemen yumuşatır. Beni en hassas yerimden vurdu. Ben de her ne kadar inanmasam da, yine de kin tutmamak adına affettim. Sandım ki bundan sonra görüşürüz. Ama hiçbir şey beklediğim gibi olmadı tabi.

Beni yine hiç arayıp sormadı. Son mesajlaşmamızın üzerinden yaklaşık 6 ay geçti ve beni yine bir kez olsun aramadı. Madem umrunda değildim, o mesajı niye atmıştı peki? Gerçekten bilemiyorum.

İnsanoğlu çiğ süt emmiş. Kimin ne yapacağı hiç belli olmuyor. Düşünmemeye çalışıyorum ama elimde değil. Bu durum kafamı çok kurcalıyor...

6 Ekim 2009 Salı

Hoşgörü


Ömrüm boyunca kalp kırmaktan çekindim. Belki de bu yüzden hep kalbim kırıldı. Kime güvensem beni hayal kırıklığına uğrattı. Yine de vazgeçemiyorum hoşgörüden. Başka türlü davranmaya vicdanım el vermiyor.

"Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil" demiş Yunus Emre. Bir bildiği vardır elbet.

Türkçe'den Utanıyor Muyuz?


Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin anayasasında da belirtildiği üzere resmi dilimiz Türkçe'dir. Fakat, görüyoruz ki özellikle şu son birkaç yılda, internet ortamında yazılan hiçbir şey Türkçe değil. Dilimizi bilerek ya da bilmeyerek yozlaştırıyoruz. İşin kötüsü bu konudaki uyarıları da dikkate almıyoruz.

Aranızdan bazıları çıkıp "Sana mı düştü tasası?" diyebilir. Aslında bu durumun tasası eli kalem tutan herkese düşmeli. Konu dil olunca insanlar istediği gibi hareket etmemeli. Bu dilin de belli kuralları var ve etkili bir iletişim sağlayabilmek için bu kurallara uyulması gerekiyor.

Türkçe yazarken veya konuşurken araya yabancı dillerden kelimeler sokmak sizin entellektüel olduğunuzu göstermez, aksine ana dilde kelime dağarcığınızın ne kadar yetersiz olduğunu gösterir. Dili mükemmel kullandığımı iddia etmiyorum ama hiç değilse doğru kullanmaya özen gösteriyorum. Herkesin de bu konuda duyarlı olması gerektiğine inanıyorum.

Aslında şu sıralar sinirlerimi bozan olay "emo"ların kullandığı dil. O nedir çözemedim? Bir örnek vereyim de olayın vardığı vahim boyutu daha önce görmeyenler de görsün.

"SéniN HaFanıN oLduqu yHéRDé ßéN!m rüsqaRıM YéTéR Sén!N cıRqıNıq FaR oLmaYa caLı$TıqıN yéRDé ßéNiM $éqLim yéTéR.!!!"

Yukarıdaki cümlenin Türkçe olma ihtimali var mı? Bu kimin neye özentisidir anlayamadım. Bu cümleyi yazmayı akıl etmiş kişi hiç değilse ilkokul birinci sınıfa gitmiştir herhalde. Harfleri de mi öğrenmemiş? Aklım almıyor doğrusu.

Bu yozlaşma ne zamana kadar sürecek bilemiyorum ama hiç değilse konuya duyarlı insanlar uyarılarda bulunsunlar. Türkçe utanılacak bir dil değildir. Doğru kullanmaktan çekinmeyelim.

23 Eylül 2009 Çarşamba

Ruh Halim

Uzun zamandır tek bir satır bile yazmadım. Yazacak şeyim olmadığından değil ama yazacak takatim kalmadığından aslında. Şu sıralar mezuniyet sancıları çekiyorum. Kariyer planlarımı sorup duruyorlar. Söyleyeyim: "Güzide" memleketimin, "güzide" bir üniversitesinden mezun olup, işsiz kalmayı planlıyorum. Beş sene sonra kendimi işsizler ordusunun ön saflarında görüyorum. İşte benim 5 yıllık kalkınma planım!

Kafa ütülemek değil niyetim. Zaten "Ne olacak bu memleketin hali?" sorusundan o kadar sıkıldım ki sizi de bu cevapsız sorularla boğmak istemiyorum. Amaç sürekli şikayet etmek değil de çözüm üretmeye çalışmak olsa belki de bu noktaya gelmezdik. Kendime de kızıyorum tabii. Üniversite okudum da ne oldu yani? Hala hayata atılmaktan korkuyorum. Şu öğrencilik yıllarım hiç bitmesin istiyorum. Öyle bir ülkede yaşıyorum ki geleceğimi bile düşünemiyorum, düşünmekten korkuyorum. Neyse ki yalnız değilim...

Bir bayram daha geldi geçti bu arada. Bana da evime de uğramadı zaten. Eskiden daha bir güzeldi bayramlar ya da bana öyle geliyor. Sanırım büyüdükçe artık hayatın da bayramın da tadı tuzu kalmıyor. Oysa çocukken bayramlarda tek derdim şeker toplamak ve harçlık almaktı. Bayram sabahı yeni elbiselerimi giyer, sokağa çıkardım arkadaşlarımla. Gün boyu şeker toplardık, sonra topladığımız şekerleri sayardık ve yarışırdık birbirimizle. Şimdi de yarışıyoruz ama sınav salonlarında. Üstelik hiç de eğlenmiyoruz. Hepimiz şeker toplamayı özlemişiz...

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Laf olsun...


Laf olsun diye değil de gerçekten söyleyecek şeylerim olduğunda yazmak istiyorum ve biliyorum ki herkesin söyleyecek şeyleri vardır. Sadece yeri ve zamanı gelinceye kadar beklerler. Benim için de öyle oldu. Dostluk üzerine birkaç kelime edebilmek için uzun yıllar beklemem gerekti. Artık dostluk nedir bir fikrim var. Dostluk ne midir?

Dostluk diye bir şey yoktur! Dost olduğunu düşündüğün, kendisine dost diye hitap ettiğin, tanıdığın diğer insanlardan sebepsiz yere ayırdığın, kategorize ettiğin bir takım insanlar vardır ve bu insanlar genelde senin onlara verdiğin değeri hak etmezler, kendi çıkarlarını ön planda tutarlar ve ilk fırsatta da sırtından vururlar.

Şimdi düşünüyorum da "insan" diye bir şey yokmuş meğer. İnsan olmayınca insanlıktan söz etmek de beyhude aslında. Bir çeşit biyolojik hayvanız işte. Her ne kadar düşünme kabiliyetimiz olsa da düşünmüyoruz, düşündüğümüzde de iyi şeyler düşünmüyoruz. Dünyanın sonunu bile bizler getiriyoruz. Keşke şu düşünme kabiliyetimiz olmasaydı! Belki o zaman dünya biraz daha yaşanası bir yer olurdu.

Her çeşit biyolojik hayvana, bitkiye, mantara sevgilerimle...

6 Nisan 2009 Pazartesi


Annem, uzun süredir sana yazamıyorum. Suçluluk duyduğumdan mı, yoksa korkaklığımdan mı bilmiyorum. Dün gece fotoğraflarına bakarken beni izliyormuşsun hissine kapıldım. Ne güzel bakıyordun bana şefkat dolu gözlerinle. Fotoğrafların olmasa da seni hatırlıyorum ama eskisi kadar net değil anne. Ve o kadar üzülüyorum ki seni unutmaya başladıkça.


Ben hala ilk günkü gibi tutmak istiyorum yasımı. Kalbim, ciğerim o kadar acısın, yansın istiyorum. Seni her düşündüğümde dizlerimin bağı çözülsün, düşeyim kalayım olduğum yere. Ama olmuyor anne, farkındayım unutuyorum. Çektiğim acı gittikçe azalıyor, seni daha az düşünür oldum. Sen bunu haketmiyorsun anne.


Seni unutmak istemiyorum anne, çünkü biliyorum sen beni asla unutmazdın. Bensiz yaşayamazdın bile. Yaşamak denirse ben de yaşıyorum kendimce. Ama sensiz hep eksik, hep gözyaşları eşliğinde...


Seni unutmak istemiyorum anne. Eğer unutursam, benim yaşamamın bir anlamı kalmayacak biliyorum...